Yeni Dünya Düzeni / Great Reset

Faşizm Yeniden ve Daha Güçlü Geliyor!

Mussolini, “Faşizm, şirket ve hükümet gücünün birleşiminden oluştuğu için Şirketçilik olarak adlandırılması daha uygun olur” demişti.

The Coming of Corporate Collectivism

 Jeff Thomas 

Aynen öyle…

İlginçtir ki, bugün birçok ve belki de çoğu insan, yönetildikleri sistemi tanımıyor.

Özellikle ABD’de, Cumhuriyetçilere oy veren çoğu insan, ABD’nin kapitalist bir devlet olduğuna inanmaktan gurur duyuyor.

Demokratlar da ABD’yi kapitalist bir devlet olarak görüyor ve bugün Amerika’da yanlış olan şeyin bu olduğu görüşünü benimsiyorlar. Giderek artan bir şekilde, onları kapitalizmin algılanan kötülüklerinden kurtarmak için sosyalist (veya kolektivist) yönde bir hareket arayışındalar.

İlginçtir ki, atıfta bulundukları kötülükler, var olan sosyo-ekonomik eşitsizlikler ve toplumun alt seviyelerindekilerin yaşamlarını iyileştirme fırsatlarının giderek azalmasıdır. Ve elbette, kapitalist bir sistem altında yaşadıklarına inandıkları için, sorunun kapitalizm olması gerektiğini varsayıyorlar.

Ancak durum böyle değil.

Korporatist kolektivizmin ilk ortaya çıkışının 1913’te Gelir Yasası ve Federal Rezerv Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle gerçekleştiği söylenebilir.

Bunlar Başkan Woodrow Wilson döneminde yürürlüğe girdi ve Amerikan halkına anti-korporatist olarak yutturuldu. Gelir vergisini getiren Gelir Yasası, öncelikle zenginlerin yararlandığı gelir eşitsizliklerini ortadan kaldıracak bir vergi diye tanıtıldı. Federal Rezerv’in, Wall Street’teki açgözlü bankacılarının çıkarlarını kontrol altına alacak bir devlet kurumu olduğu iddia edildi.

Ama tasarıyı gerçekten okuyan birkaç kişi, Federal Rezerv’in ne federal ne de bir rezerv olduğunu gördü. FED büyük bankalara ait olacaktı ve onlara ABD’nin para birimini kontrol etme gücünü sağlayacaktı.

Kolektivist değişimler vaat edilerek, korporatizmin hedeflerine doğru ilerleniyordu.

Ve bugün de öyle. Amerikan toplumunun neredeyse tüm hastalıkları, liberaller tarafından tanımlandığı gibi, ABD’nin plütokrasisinden yararlanılan kolektivist kavramların ortaya atılmasından kaynaklanmıştır.

ABD kapitalist bir devlet değildir. Eğer doğru bir şekilde tanımlayacak olursak, ekonomik sistem korporatisttir ve sosyal sistem kolektivisttir. Bununla birlikte,  serbest piyasanın ya da kapitalizmin kalıntılarının var olduğu doğrudur.

Yine de, çoğu için – liberal ya da muhafazakar – buna inanılamıyor. Wall Street’i açgözlü kapitalistlerin mekanı olarak görmemiz öğretildi. Elbette, kitlelerin kurtarıcısı olan kolektivizmi asla desteklemeyeceklerdi.

Evet ve hayır. Wall Street, yüz yıldan fazla bir süredir Amerikan ekonomisine hükmediyor. Ve tüm bu süre boyunca, daha büyük bir kolektivizm arayışı içinde oldular. Kolektivizmin (sosyalizm, faşizm veya komünizm kisvelerinden herhangi biri altında) başkalarını yönetmek için oldukça etkili bir araç olduğunu gayet iyi anlamış durumdalar.

Kolektivizm, Karl Marx’ın önerdiği gibi kitleleri refaha kavuşturmaz. Bunun yerine, insanların büyük çoğunluğunu eşit bir yoksulluk düzeyine indirgeyerek sınıfları eşitler.

Önerme basittir: Hükümet aracılığıyla, refaha ulaşmak için temel özgürlüklerden vazgeçilmesi gerektiğini kitlelere kabul ettirerek, onlara refaha ulaşma sözü verilir. Herkes kolektivizm vaadiyle boyun eğdirildikten sonra, refah giderek azalır. Şirket yöneticileri önce halkı haklarından vazgeçmeye ikna eder, sonra artık boyun eğdirilmiş halka vaat ettikleri zenginliği sağlamazlar.

Ve bu yeni bir şey değil. 1917’de, bir Lev Troçki, New York’ta, en önde gelen bankacılık ve sanayi firmaları tarafından ağırlandı. Başkan Wilson’un izniyle ABD pasaportu ile birlikte kendisine finansman sağlandı. Bu birliktelik daha sonra Troçki ile birlikte, yeni Sovyetler Birliği’nin kontrolünü ele geçirmek için gerekli fonlarla Menşevikleri Lenin / Troçki önderliğindeki Bolşeviklerle değiştirmek için Rusya’ya uzandı. Pazarlık, Sovyetler Birliği’nin kolektivist olması ve Rusların ihtiyaç duyduğu malların, ne Rusya’da ne de ABD’de halk tarafından fark edilmeden, sonsuza dek New York’tan tedarik edilmesiydi.

Sonraki on yılda aynı firmalar, gelecek vaat eden Adolf Hitler’i finanse etmeye başladı. 1933’te Hitler’in iktidara gelmesini finanse ettiler ve sonrasında Almanya’da Amerika’ya ait tesisler kurmanın yanı sıra Alman endüstrisinin çoğunun kontrolünü ele geçirdiler.

Hitler’in yükselişinden önce, Almanya iflas etmiş bir durumda ve ağır bir borç yükü altındaydı. Ancak Wall Street firmalarının büyük parasal desteği, Almanya’nın hızla yükselmesini ve Avrupa’ya hakim olmasını sağladı. Gerçekten de, ABD finansmanı olmadan, Alman savaş makinesinin yaratılması imkansız olurdu.

“Nazi” terimi, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olan Nationalsozialistische’nin kısaltmasıdır. Rus halkı gibi, Alman halkı da özgürlüklerinden vazgeçmeyi ve totaliter yönetimi kabul ederlerse hayatlarının bir şekilde daha iyi olacağına inanarak kolektivist vaadi kabullenmişti.

Sonuç ise, vaat edilen refah olmaksızın totaliter yönetimdi.

ABD’de de aynı durumu yaratma çabası uzun zamandır devam ediyor. 1930’larda, Yeni Düzen altında kolektivizme doğru büyük adımlar atıldı. Bununla birlikte, savaş sonrası refah, Amerikalıları daha fazlası için özgürlüklerden vazgeçmeye isteksiz hale getirdi.

Ancak bugün, artan hükümet düzenlemeleri serbest piyasayı küçülttü ve ortalama bir Amerikalı için fırsatları azalttı. Bu, Amerikalıların yaklaşık yarısının şimdi kolektivizmin boş vaadine inanır hale geldiği bir ortam yarattı.

Amerika’nın artık gerçek “liberal” ve “muhafazakar” partileri yok. Şimdi “liberal” ve “ılımlı-liberal” partileri var. Başkan kim olursa olsun, ABD, Kurumsal Kolektivizme dönüşümü tamamlayacak dramatik sosyal ve yasal değişikliklere doğru yol almaktadır. İhtiyaç duyulan tek şey, Şubat 1933’te Almanya’da olduğu gibi bir tetikleyicidir.

1933 Alman ulusal seçimlerinden sadece iki hafta önce, Adolf Hitler, Alman ve Amerikalı sanayicilerle gizli bir bağış toplama toplantısına ev sahipliği yaptı. Ve bu toplantıda, totaliter bir şirket hükümeti kurmasını sağlayacak büyüklükte bağış topladı.

Daha sonra Reichstag yangınını tezgahladı, muhalifleri ve siyasi muhalifleri suçladı ve seçilmeyi sağladı.

Bu bağış kampanyasında yaptığı konuşmada, şunları söylemişti: “Sadece iki olasılık var, ya rakibi anayasal yollarla çoğunluğu elde edeceğimiz bir seçimle yenmek için bir kez daha bu [yaklaşan] seçime gireceğiz ya da daha büyük fedakarlıklar gerektirebilecek diğer silahlarla bir mücadele yürütülecek… Umarım Alman halkı bu kararın önemini fark eder.”

Almanya, ya seçim yoluyla ya da yaratılacak bir iç huzursuzlukla totaliter bir şirket yönetimine geçmek üzereydi.

Benzer şekilde, ABD bugün dramatik bir değişim geçirmek üzeredir. Geriye kalan soru, bunun seçim yoluyla mı yoksa tarihsel alternatifiyle mi gerçekleşeceğidir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir