İTİRAZIM VAR!
Hiçbir şey böyle olmak zorunda değil. Her türlü haksızlığa ve haksızlığa neden olan her şeye… itirazım var.
En inandırıcı yalanlar, doğruların arasına gizlenerek anlatılır. Doğruları bulmak, yalanlardan arındırmak, entelektüel çaba gerektiren bir gerçekleri arama-ayrıştırma madenciliği işidir. Emek ve düşünmek gerektirir.
İçine doğduğumuz veya hasbelkader içinde yaşadığımız çevrede değil, içsel değerlerimize uyan doğru fikir ve mücadeleler etrafında kümelenmemiz gerekir.
Anamızı, babamızı, köylümüzü, memleketlimizi, yani kendimiz gibileri değil, her yerde ve her zaman doğruları arayanları ve doğruları savunanları izlemeliyiz.
Milliyetçilik ve din, yüzyıllardır, egemenlerin yönettikleri kitleleri kontrol edebilmek için ustaca kullandıkları, insanların hayatına anlam veren hikayelerdir. İnsanlar ancak daha somut, daha inandırıcı bilgilerle bunların etkisinden kurtulabilir, hikayelerin değil gerçeklerin etrafında kümelenmeye başlayabilirler. Gerçekler etrafında kümelenmeyi becerinceye kadar da egemenler tarafından sömürülmeye devam edeceğiz.
Kendime sorarak başladım bunları yazmaya.
“Derdin ne, neden uğraşıyorsun? Yapmak istediğini becerebilecek misin?” diye…
Becerip beceremeyeceğimi bilmiyorum ama çok da umurumda değil. Cesaretim var, çünkü araştırdım, araştırıyorum, öğrendim, öğreniyorum ve paylaşmam gerektiğine inandığım bir isyanla doluyum. Paylaşamadan, söyleyemeden ölürsem eğer, gözüm açık gideceğim. Becerememekten değil, gözüm açık gitmekten korkuyorum…
Derdim şu…
Sistemin standartlarına göre en iyi okullarda, en seçkin eğitimlerden geçtim. Ama 50 yaşıma gelinceye kadar okul kitapları dışında doğru dürüst bilgi sahibi olabileceğim çok az kitap okudum. 40 yaşıma gelinceye kadar internet de yoktu. Romanlar, hikayeler dışında yeterince kitap okumadığım için, o zamana dek oluşmuş görüşlerimin kaynağı ailem, okul çevrem ve çoğu kendi görüşlerime yakın medyadan izleyebildiklerimle sınırlı kaldı.
Ülkemde benzer eğitimlerden geçmiş, bazıları akademik unvan sahibi, bazıları işinde çok başarılı olmuş, bazıları üst yönetim kademelerinde bulunmuş, aydın olarak kabul gören okul ve iş arkadaşlarıma bakınca, çoğunun da aynı durumda olduğunu görüyorum.
Sonra internet geldi… Bilgiye daha kolay ulaşır oldukça, daha çok şeyden haberdar olmaya başladıkça, o güne kadar öğrendiklerimden şüphe duymaya, bilmediklerimin doğrusunu öğrenmeye ilgi duymaya başladım.
Kulaktan dolma bilgilerle oluşmuş görüşlerimden şüpheye düşünce, bu ilgi ve şüpheyle, 50 yaşımdan sonra hızla okumaya başladım… Daha çok okuyabilmek için hızlı okuma kursuna gittim. O zamandan beri çok okudum ve hala da okuyorum.
Önceleri merak ettiğim konularda okudum. Her okuduğum kitapta, ilgimi çeken referanslara sıçrayarak, ulaşabildiğim referansları da okuyarak bilgilerimi derinleştirmeye çalıştım. Bilgimi derinleştirdikçe o güne kadar doğru bildiğimi sandıklarımın eksiklerini ve yanlışlarını görmeye başladım. Varsa karşıt görüşlerdeki kitapları da okuyarak, zihnimde oluşturduğum mahkeme salonunda öğrendiklerimi yargıladım, hüküm verdim. Çeşitli davalardan yeni haberdar olmanın şaşkınlığı yanında, bu davalarda davacıyı da davalıyı da dinleyerek karar vermiş olmanın, kendi görüşlerimi bilinçli şekilde oluşturmuş olmanın, özgüvenini ve gönül rahatlığını taşıyorum şimdi.
Öğrendikçe, geçmişte bilgi sahibi olmadan görüş sahibi olmamın, bu görüşleri de ulu orta savunmuş olmamın utancını duydum. Araştırdığım konuların çoğunda, önceden ne kadar bilgisiz olduğumu ve/veya ne kadar yanlış bilgilere sahip olduğumu gördükçe hayretler içinde kaldım, hem utandım hem de doğruları öğrenmek için daha da yüreklendim.
Okudukça öğrendim, öğrendikçe okudum, ama neredeyse öğrendiğim tüm detayları, kısa süre sonra hep unuttuğumu fark ettim hayret ve endişeyle. Baktım ki olmayacak, okuduğum kitaplarda ilgimi çeken, ileride hatırlamakta yarar gördüğüm yerleri fosforlu kalemle işaretlemeye başladım. İşaretlediğim yerleri tarayıp kaydetmeye başladım, sonra tekrar okurum diye. Sonra, kaydettiklerimin başkalarına da yararlı olabileceği, merak ettikleri konulara rastlarlarsa, kitapların tümünü sayfalarca okumadan önce, alıntılarımı okuyarak kitabın içeriğini bir ölçüde aktarabileceğim, böylece ilgilerini çeken kitapları okumalarını teşvik edebileceğim fikri düştü aklıma. Bir web sayfası yapıp bu alıntıları yayınlamaya başladım. Başkalarının da okuduklarından benzer paylaşımlar yapabileceklerini umarak, herkese açık bir kitap/bilgi platformu oluşturmak istedim. Pek de umduğum gibi olmadı. Geç edindiğim doğruları öğrenme hevesini yaygınlaştırmayı bu yolla beceremedim.
Ama bir şeyler yapma isteğimi kaybetmedim.
Baktım ki yaşadığım, şahit olduğum, duyduğum, öğrendiğim haksızlıkları bulunduğum ortamlarda yeterince duyuramıyorum ve bu haksızlıklara karşı içimde duyduğum isyanı bastıramıyorum, itirazlarımı daha geniş biçimde paylaşmak, paylaştığım konularda farkındalık yaratmak, belki de bu itirazlara katılan, başka haklı itirazları olan insanlarda da hareketler başlatabilmek ümidiyle bu web sitesini kurmaya karar verdim.
Hayal ettiğim kadar işe yarar mı bilmiyorum. Ama en azından denemiş olmanın onuru bana yetecek…
Internet çağında, insanlara hangi yolla çağrı yapmanın ne ölçüde anlamlı olacağından emin değilim. Devlet başkanlarının bile tweet atarak, iki satır mesajlarla geniş kitlelere ulaşmayı tercih ettiği bir dünyada, aslında her biri kısaca ifade edilebilecek itirazları uzun videolarla, uzun metinlerle yayınlamanın faydası tartışılabilir. O yüzden, becerebildiğim ölçüde ikisini birlikte yapmak niyetindeyim.
İtirazlarımı kısa mesajlarla her dilde ve her ortamda güncel teknolojiyi ve sosyal medya olanaklarını kullanarak paylaşmayı, mesajlarımın altını da bu web sitesinde olabildiğince açıklayıcı bir biçimde doldurmayı planlıyorum. Yani aslında, itirazlarıma itirazı olanlar da, destekleyenler de neye itiraz ettiklerini ya da neyi desteklediklerini doğru anlasınlar diye oluşturuyorum bu siteyi.
Hayalim, bu paylaşımların benim itirazlarımla sınırlı kalmayıp, farkındalık yaratabildiğim insanların kendi yakın çevrelerine yönelik itirazlarıyla başlayarak, giderek daha geniş çevrelere yayılması.
Eşitsizliğin, adaletsizliğin, haksızlığın ve sömürünün giderek çığırından çıktığı mevcut düzen, artık dünyadaki yaşamın da sonunu getiriyor. Yaşadığımız “sorumsuz güçlüler düzeni” yalnızca insanlığın büyük kısmını sefil etmekle kalmıyor, ekolojik dengeyi bozuyor, birçok canlı türünü de yok ediyor.
Ve biz farkında olarak ya da olmayarak, sanki bizim dışımızda oynanan bir tiyatroymuş gibi, sorumsuz “güçlülerin” aslında yine sadece kendilerine hizmet eden, içi boş “iyileştirme çabalarını”, “sadaka dağıtma” kampanyalarını takdir ve sabırla izliyoruz. Mevcut düzeni fazla da hırpalamadan, iyileştirmeleri için sorumsuz “güçlüleri” uyarma çabası içinde olan, aslında hepsi de ister istemez bu düzenin birer parçası olan, iyi niyetli aktivistleri, kurum ve kuruluşları takdir ediyor, imkanımız varsa destekliyoruz.
Ama bunun ötesinde bir şeyler yapmak da elimizden gelmiyor. Çünkü tam da “onların” beynimize işledikleri gibi, bir başımıza hiç bir şey yapamayacağımızı kabulleniyor, birileri tarafından oluşturulan –gerçekten iyi niyetli ya da art niyetle ön kesici- mücadele birlikteliklerinin dağınıklığını ve etkisizliğini gördükçe, mücadele etme fikrinden bile kaçan, uysal ve itaatkar dünya vatandaşları olmayı tercih ediyoruz. Haksızlıklara dayanamadığımız, isyan ederek öfkelendiğimiz zamanlarda, mücadele edebilecek kadar güçlü ve örgütlü olmadığımızı düşünüp, çaresizliğimize kahroluyor, giderek sakinleşiyor, uysallaşıyor ve haksızlığı kabul ediyoruz. Sonra da “sorumsuz güçlülerin” bize tanıdığı ya da tanımadığı koşullarda yaşamımıza devam etmeye çalışıyoruz. Şanslı azınlıklardansak eğer, bize “tanıdıkları” fırsatlardan yararlanmak için “onlarla” uyum içinde, bizden beklediklerini yapmaya, hatta farkında olarak ya da olmayarak “onlardan” olmaya çalışıyoruz.
Oysa her birimizin yapabileceği, en az iki şey var: itiraz etmek ve bu itirazlar etrafında kümelenmek…
Bize veya başkasına yapılan, şahit olduğumuz her haksızlığa, korkmuyorsak açıkça, korkuyorsak daha sessizce ve farklı yöntemler kullanarak itiraz edebilir, arkamızda bizi destekleyecek birilerinin varlığına yokluğuna bakmadan, bu haksızlıklarla kendi başımıza-kendi çapımızda mücadele edebiliriz.
İtirazlar birleştiğinde yükselecek sesler ve hareketler, sadece itiraz edilen haksızlıkları değil, içinde yaşamaya zorlandığımız sorumsuz güçlüler düzenini de değiştirecek güce ulaşabilir. O yüzden de, haklı gördüğümüz itirazları doğrudan destekleyemiyorsak bile ulaşabildiğimiz insanlarla paylaşabilir, doğrular etrafında kümeler oluşmasına kendi başımıza-kendi çapımızda katkıda bulunabiliriz.
Anamızı, babamızı, memleketlimizi, yani hasbelkader içine doğduğumuz kendimiz gibileri körü körüne izlemeyi bırakıp, haklı gördüğümüz itirazlar etrafında kümeleşirsek …“biz” olursak… itirazlarımızı herkese duyurabilir, her köşeden yükselecek itirazların gücüyle meydanları inletebilir, yaşanan haksızlıkları, eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, hızla yöneldiğimiz ekolojik felaketleri önleyebiliriz.
“Biz” olabilmenin en önemli koşulunun “aynı dili konuşmak” olduğunu düşünüyorum. Yani, sorunları ve çözümleri herkesin anlayabileceği basitlikte kelime ve cümlelerle ifade edebilmek. Bunu yapmak söylemek kadar kolay değil, biliyorum. En yetkin bilim insanlarının, filozofların, en bilgili siyasetçilerin, yazarların, en can alıcı fikirlerini açıklamak için nasıl kıvrandıklarını, iki üç cümlede özetlenebilecek görüşlerini savunmak için nasıl tonlarca bilgi ve belge üzerinden sayfalarca görüş oluşturduklarını biliyoruz. Ama tam da bu nedenle kitlelere ulaşamadıklarını, sadece çok meraklı ya da çok eğitimli, ama her durumda çok az sayıda kişiye ulaşabildiklerini de görüyoruz. Hele bunları uzun cümlelerle yaptıklarında, anlayabilmek için bir de güvenilir bir yorumcuya ihtiyaç duyulması neredeyse kaçınılmaz oluyor. Bu yüzden, geniş kitlelere ulaşabilmek bakımından, iki satırlık, çoğu içi boş, hamasi tweetlerin çok daha etkili olduğuna şahit olduğumuz bir dönemden geçiyoruz.
Hayal ettiklerimi gerçekleştirmeye teknik bilgi ve becerimin yetmeyeceğini biliyorum ama daha adil ve daha iyi bir dünyaya ulaşmak için el verecek herkesin ve özellikle de bu konularda bilgili/yetenekli insanların katkısıyla en azından bir çok kazanım sağlanabileceğine inanıyorum.
Benim yapabileceğim de, becerebildiğim kadarıyla, farkındalık gerektirdiğini düşündüğüm bilgileri bulup, yabancı dildekileri tercüme edip/ettirip, belki fazla uzunları kırpıp özetleyip anlaşılabilir formatlara getirip, herkesin anlayabileceği sadelikte ve basitlikte bu ortamda paylaşmak, farkındalığı yaygınlaştırmak…
***
İtirazlarımın ve farkındalık yaratma çabalarımın kısa sürede bir değişim yaratamayacağının bilincindeyim. Ama bu berbat gidişi ve çocuklarımızın geleceğini hızla tüketmeyi durdurmak için “birilerinin” değil, “bizim” bir şeyler yapmamız, bu gidişe itiraz etmemiz gerektiğini herkese hatırlatmak istiyorum.