Aslında seçtiğim başlıkların ortak noktası GÜÇ… İnsanlar önce hayatta kalmak sonra da daha iyi bir yaşam sürmek ve diğer insanlardan saygı görmek için, yaşamları boyunca güçlü olmak veya öyle görünmek için çabalıyor.
Güçlü olmak için öncelikle sağlıklı olmak gerek… Sonra, daha güçlüler tarafından ezilmeden, haksızlığa uğramadan yaşayacak bir güvenli ortam oluşturmak gerek… Sonra, ihtiyaçlarını karşılayacak ve ötesinde diğer insanların saygısını kazandıracak şeylere sahip olabilmeyi sağlayacak para gerek…
Bu üçü, gücün temel belirleyicileri.
Ben de, bunlara sahip olabilmek için öncelikle bunları doğru tanımak ve tanımlamak, kimlerin elinde olduğunu ve nasıl elde edilebileceğini anlamak gerektiğini düşünüyorum.
Yaşam deneyimim, bana bunun -şanslı azınlıklar dışındaki insanlar için- en doğru, belki de tek yolunun, güvenilir kaynaklardan gelen doğru bilgilere ulaşmak olduğunu öğretti.
İşte ben de, kendi bilgi ve deneyimlerim çerçevesinde doğruluğuna güven duyduğum kanallardan ulaştığım bilgileri, olabildiğince derli toplu biçimde ve bir arada paylaşabilmek, bu konularda olabildiğince farkındalık yaratmak için bu siteyi kurdum. Kategori başlıklarımı da bu amaca en uygun gelecek şekilde seçmeye çalıştım.
Umarım bir faydası olur…
§§§
Sağlığına Sahip Çık…
Varsıl-yoksul her insanın en değerli varlığı, en önemli zenginliği sağlık.
Ama sağlığımıza sahip değiliz. Çünkü sağlıklı olmanın gereklerini çoğumuz doğru bilmiyoruz. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da bize anlatılanları, çevremizdeki güven duyduğumuz kişilerin öğrettiklerini, onların bu konularda ne kadar doğru bilgi sahibi olduğunu, nereden nasıl öğrendiklerini sorgulamadan doğru kabul ediyor ve üstelik doğru kabul ettiğimiz bu şeyleri inanç düzeyinde benimseyerek ölümüne savunucusu oluyoruz.
Çünkü… böylesi en kolay ve çevremizden kabul görmek için en güvenli yol.
Çünkü… doğruları araştırmak için emek sarf etmeye de, farklı görüşler edinip yaşamımızdaki insanlarla ters düşüp kara koyun olmaya da, ne hevesimiz ne de cesaretimiz var.
Ben bu konuda hem hevesli hem de cesaretliyim.
Bu heves ve cesareti de üstün kişiliğimle değil, zor ve acı yaşam deneyimleriyle kazandım.
Eşim Candan’a en tehlikeli ve tedavisi henüz bulunamadı dedikleri (sanki öbürlerini tedavi ediyorlarmış gibi…) üçlü negatif meme kanseri – TNBC (Triple Negative Breast Cancer) – tanısı konulduğunda, hızla “modern” tıp ne diyorsa onları yaptık. Acilen ameliyat… arkasından standart protokolün buyurduğu kemoterapi ve radyoterapi… İlk gittiğimiz prof hekim, bize kemoterapi yaptırmakla yaptırmamak seçimini karşılaştıran bol renkli bir grafik çıkartıp gösterdi. Grafik, kemo yapılırsa 5 yıl, yapılmazsa 3 yıl gibi bir yaşam süresi olduğunu gösteriyordu…
Çok sancılı bir kemoterapi-radyoterapi süreci… bu arada kanserin yayılma riski yüksek görülen tiroidin de başka bir prof hekimimizin kuvvetli tavsiyesiyle alınması… tiroid alınırken zarar gören tükürük bezleri ve ses tellerinin zahmetli tedavileri sonrasında “Neyse atlattık herhalde…” diye kendimizi teselli etmemiz… fazla uzun sürmedi.
Yedi ay sonraki izleme tetkikinde kanser yine aynı bölgede kendini gösterince, bu defa bu hastalığın tedavisini dünyada en iyi yaptığı söylenen bir ABD hastanesine koşturduk. İstanbul’da yapılan tetkiklerin aynılarını on kat fiyatla yeniden yaptılar ve bu tür kanserin tedavisinin henüz bulunamadığını, diğerlerine yapılan tedavinin bu türde de uygulanarak sonuç alınmaya çalışıldığını anlatıp Türkiye’de önerilen çözümün aynısını, başka çare bilmediklerini de söyleyerek önerdiler. Anlaşılan tüm “modern” tıp dünyası, hiçbir yerde, büyük ilaç karteli tarafından oluşturulup ellerine verilmiş protokollerden başkasını düşünemiyor, uygulayamıyordu.
Bu defa daha geniş ve derin bir alanın kazındığı bir ameliyat sonrası, çok daha korkmuş ve iyileşme ümidimiz ağır darbe yemiş bir şekilde, dünyada uygulanan diğer tedavi yöntemlerini araştırmaya -OKUMAYA ve ÖĞRENMEYE- başladık…
Artık anlı şanlı profların dediklerine kuzu kuzu teslim olmak yerine, kendimiz de araştırma yapıp, olabildiğince bilgi ve bilinçle hareket etmemiz gereğini hissediyorduk.
Bir taraftan yeniden başlanan kemoterapi devam ederken, diğer taraftan bedenin bu uygulama ile gördüğü zararları hafifletebilmek adına başladığımız ayurvedik beslenme ve masaj terapileri sırasında Dr.Mercola’nın web sitesinden haberdar olduk.
Dünya çapında, milyonun üzerinde abonesi olan, büyük ilaç kartelinin güdümündeki tıbbı ve kurumları sorgulayan bir sağlık medyası niteliğindeki web sitesinde, aklına yatan en etkili, en yeni bilimsel araştırmaları yayınlayan, Dr.Mercola’nın ve görüşlerini yayınladığı bilim adamlarının, hekimlerin kendi web sitelerini, kitaplarını, makalelerini de okudukça, yanlış yolda olduğumuza kanaat getirdik ve kemoterapiyi bıraktık.
Tüm kronik hastalıklarla ilgili makaleleri okumaya başlayıp, önemli bilim adamlarının kendileriyle yapılan röportajlarda söylediklerini izleyince, bize dayatılandan çok farklı, çok daha bilimsel ve akla yakın başka sağlık ve tedavi bilgileri de olduğunu gördük. Daha hızla ve daha çok öğrenmeye başladık.
“Modern” tıbba ve o tıptan başka bir şey öğretilmemiş, kendileri de merak etme ve öğrenme gereği duymayan, gördükleri itibarla egoları ve burunları büyümüş, ilaç şirketlerinin ballı kaymaklı lüks kongre seyahatleri, hediyeleri, primleriyle büyük ilaç kartellerinin borazanı olmuş, onların dediklerini tartışmasız kabul eden, ABD’nin FDA, CDC gibi yoz kurumlarının kuralları ve kararlarıyla beyinleri yıkanmış prof hekimleri dinlemekle sağlığımıza kavuşamayacağımız gerçeğini artık anlamıştık.
Kendisi de kanserle boğuşmakta olan, www.beslenmebulteni.com web sitesiyle ve Taş Devri Diyeti kitabıyla ülkemizde sağlıkta beslenmenin önemini ilk duyurmaya çalışan, liseden sınıf arkadaşım Prof. Ahmet Aydın bize kendi tedavisi için yaptıklarını anlattı.
Kendisinin gizlice yaptırdığı deneysel dendritik hücre tedavisini Türkiye’de yasak olduğu için biz yaptıramadık. Ama bunun dünyadaki en iyi uzmanı olarak bilinen İsrailli bir prof hekimden randevu almayı becerip koşa koşa Tel Aviv’e gittik. Randevumuzdan kısa bir süre önce, o tedavinin İsrail’de de yasaklandığını bildirdi ama yine de gitmemizi, etkili bir tedavi uygulayabileceğini söylediği için umutla gittik. Beş doz interlukin tedavisi ve sonrasında kullanılmasını istediği 30 doz interferon için yine inanılmaz bir para ödedik. Ama ağır yan etkilerini yaşayınca onu da bıraktık.
Internet kaynaklarından araştırıp çok etkili olabildiğine kanaat getirince, Ahmet’in tavsiye ettiği damardan yüksek doz C vitamini kürünü de uyguladık. Bu konuda okuduklarım ve aldığımız sonuca bakınca, bunun denediğimiz en etkili tedavi olduğuna inanıyorum.
Tüm araştırmalarımızdan çıkardığımız sonuç çok netti:
Her türlü kronik hastalığın temel nedeni bağışıklık sisteminin zayıflamasıdır.
Bu hastalıkların tek doğru tedavisi de bağışıklık sistemini güçlendirmektir.
NOKTA.
Artık bizim de yeni öğrenip ikna olduğumuz bilgilere göre, ilaç tıbbının KZY (Kes-Zehirle-Yak), yani ameliyat-kemoterapi-radyoterapi protokolü kanser tedavisi için son derece yanlış ve tehlikeliydi. Çünkü tüm bağışıklık sistemini çökertiyor ve bir bölgede baş verdiği halde, aslında bölgesel olmayan hastalık, bedenin başka yerlerinde de oluşmaya başlıyordu. Metastas dedikleri asıl ölümcül aşamaya tam da bu yüzden geçiliyordu. Kanser, vücudun bir yerinden başka bir yerine sıçrayan bulaşıcı bir virüs, bakteri falan değildi. Bağışıklık sistemi zayıflayınca bedenin çeşitli yerlerinden pörtlemeye başlıyordu.
Okuduk, dinledik, okuduk, dinledik…
Bağışıklık sisteminin
Zehirlere/Zararlılara maruziyeti en aza indirmek
Sağlıklı ve doğru beslenmek
Düzenli egzersiz yapmak
Stresi en aza indirmek
‘ten oluşan dört bacaklı bir masaya benzetilebileceğine kanaat getirdik.
Masanın, üzerine yıllar boyunca bindirilen yükleri taşıyabilmesi için bu dört bacağın da sağlam tutulması gerekiyordu.
Bunları yapabilmek için beslenme ve yaşam tarzımızı ciddi ölçüde değiştirdik.
Bu, yapması söylemesi kadar kolay olmayan ama yapılmazsa sonucu belli olan bir dönüşümdü.
Ama artık çok farkındaydık ki, ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin…
Kullandığımız hemen her şeyde bulunan kimyasallardan tümüyle uzaklaşmak mümkün olmasa da bu zehirlere maruziyetimizi azaltmaya çalıştık. Tüm temizlik malzemelerinde daha az etkili ama daha az zararlı doğal olanlara geçtik. Doğal olmayan güzel kokulardan, renklerden, kozmetiklerden vaz geçtik.
En zararlı kimyasalların yediklerimizle doğrudan vücudumuza girdiğini öğrenip, olabildiğince organik beslenmeye başladık. Tüm ambalajlı yiyeceklere, çiftlik ürünü hayvansal gıdalara kapımızı ve ağzımızı kapattık. Ev dışında yemeği sosyal çevremizi bozmayacak düzeyde sınırladık. En zararlı yiyecekler olduğunu öğrendiğimiz makro-besin kaynaklarını, un, şeker, pirinç gibi rafine karbonhidratları olabildiğince azalttık. En yararlı gıdalar olduğunu öğrendiğimiz mikro-besin kaynaklarıyla, organik yeşilliklerle, renkli sebzelerle, mantarla, bakliyatla, ceviz, badem gibi çiğ kuru yemişle, çörekotu, ketentohumu gibi tohumlarla, soğuk sıkım zeytinyağı, sade yağ ve Hindistan cevizi yağı ile beslenmeye ağırlık verdik.
Makul ölçüde yenecek yiyeceklerle yeterince alamayacağımızı öğrendiğimiz bazı yararlı besinlerdeki açığımızı besin destekleri alarak tamamlamaya başladık.
Neredeyse hiç aksatmadan yürüyüş, fırsat buldukça da hoca eşliğinde çeşitli egzersizler yaptık, yapıyoruz.
En çok da stresi azaltmakta zorlandık, zorlanıyoruz. İçinde yaşadığımız büyük cehalet, empati ve saygı eksikliği ortamında stresi azaltmak özel bir beceri ya da üstün bir vurdumduymazlık gerektiriyor. İkisi de bizde yok.
§§§
Dünya Düzenini Tanı…
Güvenli bir yaşam için kimlere ve hangi güçlere güvenip kimlere ve hangi güçlere güvenilemeyeceğinin “ayırdında” olmak gerek.
Bunun için de… “sorgulamak” gerek…
Güvenli yaşam koşullarının gerçekte neler olduğunu anlayabilmenin yolu, gıda güvenliğinin, sağlık güvenliğinin, gelir ve gelecek güvenliğinin, fiziksel yaşam güvenliğinin nasıl elde edilebileceğini sorgulamak, belirlemek ve bunlara yönelik tehditlere karşı sağlıklı bir savunma oluşturmaktan geçiyor.
Kullandığımız paraların nasıl ortaya çıktığını, dünyanın her yerinde geçerli olan rezerv paraların gerçek değerlerini veya değersizliklerini, finansal piyasalarda döndürülen dolapları anlamadan, petrol, silah, gıda, ilaç, teknoloji ve medya kartellerinin nasıl çalıştığını, tüm insanlığın kontrolünü elde edecekleri ve çoğunu -tabii çok güzel anlatılarla süsleyerek- açıkça paylaştıkları planlarını dikkatle okuyup bunlar arasındaki bağlantıların ayırdına varmadan, çoğunluklar için güvenli bir yaşam ve gelecek kurmak mümkün olmayacak.
Daha da kötüsü… bu farkındalık hızla oluşmazsa, geri dönüşü olmayan yeni bir kölelik düzeni kurulmuş olacak.
Bu düzen hızla kuruluyor…
Great Reset (Sil Baştan -SB- diye çevirmek sanki daha uygun gibi) adıyla uygulamaya koydukları senaryoda, New World Order – Yeni Dünya Düzeni başlığı altında sundukları göz boyayıcı vaatlerin, tüm insanlık üzerinde tam kontrolü sağlama amaçları için kullandıkları bir yemleme taktiği olduğu benim gibi düşünenler tarafından açıkça görülüyor.
Yem o kadar cazip ki, yoksulluk içindeki çoğunlukların bu oltaya yakalanmaması neredeyse imkansız…
Sahip olmak için çalışıp didinmeye gerek kalmayacak şekilde, herkese ölünceye kadar kira ödemeden içinde yaşayabileceği çağdaş bir konut… çalışan-çalışmayan herkese geçimini sağlayacak yeterlilikte garantili bir gelir (ETG-Evrensel Temel Gelir)… ve birbirleriyle savaşmaya hazır, yoz hükümetler elinde sömürülen ülkeler yerine kurumları, kuralları ve hukuku tüm dünyada geçerli tek merkezli bir dünya devleti…
Ama… bu güvenli yaşam ortamı bugünkü dünya nüfusu için mi yoksa azaltılmış bir dünya nüfusu için mi ve onlara ne karşılığında sağlanması öngörülüyor sorusunun cevabını doğrudan vermiyorlar.
Soruyu açıkça yanıtlamıyorlar ama, bu Şer Cemaatinin (ben öyle isimlendirdim) sözcülüğüne soyunduğu anlaşılan, salgın ve aşı senaryoları, yeni tarım ve beslenme modelleriyle ortaya atılan büyük zengin, büyük hayırsever, babadan öjeni (işlerine yaramayan nüfusu yok etme projesi) savunucusu Bill Gates, laf aralarında dünya nüfusunun ciddi ölçüde azaltılması gerektiğini açıkça savunuyor.
O zaman… öncelikle bu muhteremleri ve kurup savundukları düzeni doğru tanımak gerek. Tanımak ve söylemlerine inanıp inanmamaya öyle karar vermek gerek.
İşte “Dünya Düzenini Tanı” başlığını da bu yüzden seçtim…
Örneğin sağlık sektörünün nasıl ve kimler tarafından oluşturulduğunu, kimler tarafından yönetildiğini bilmeden, kendimizi “bilimsel” diye dünyaya kabul ettirilen düzene ve o düzeni kurup yönetenler tarafından o düzene hizmet edecek şekilde eğitilmiş “modern tıp” hekimlerine, hiç sorgulamadan emanet etmeli miyiz?
Yukarıda “Sağlığına Sahip Çık” başlığını seçme nedenimi açıklarken anlattığım yaşadıklarımızdan sonra bu konuda son derece şüpheci ve sorgulayıcı olmayı yaşamsal önemde görüyorum.
Çünkü sağlık, bir insanın sahip olabileceği en değerli varlık, en önemli zenginlik.
O zaman, bu günkü sağlık sistemi nasıl ve kimler tarafından kurulmuş diye sorgulamak lazım.
Bunun kısa özetini, milyonun üzerinde takipçisi olan, ama benim Şer Cemaati -ŞC- diye isimlendirdiğim küresel elit tarafından sansürlenen, karalanan, kendileri için en tehlikeli itirazcılardan birisi olarak mimlenmiş Dr.Mercola’dan dinleyelim. Hikayenin başka bir kaç ağızdan daha geniş anlatımlarının videolarını da siteye koydum.
Dr. Mercola, sağlık sektörünün 152 yıl önce, 1870’te Standard Oil’i kurduktan sonra dünyanın ilk milyarderi olan John D. Rockefeller tarafından nasıl ele geçirildiğini şöyle anlatıyor…
“John’un babası, insanları kanser için işe yaramaz, müshil ve petrol karışımı, “Rock Oil” toniğini satın almaya ikna eden otantik bir “yılan yağı satıcısı” olan William Avery Rockefeller idi. Avery, “onları hayata bilemek” için her fırsatta çocuklarını kandırdığını itiraf etmişti.
John D. ikiyüzlülük ve sahtekarlık derslerini babasından çok iyi öğrendi. 40 yaşına geldiğinde küresel petrol rafinerilerinin %90’ını kontrol eder durumdaydı. Birkaç yıl içinde (1880’lerin başında), petrol pazarlarının %90’ını ve tüm petrol kuyularının üçte birini kontrolü altına almıştı.
General Motors ile birlikte Rockefeller, bir aile arabasına olan ihtiyacı teşvik etmek için ABD’deki toplu taşıma sistemini gizlice satın aldı ve ortadan kaldırdı. Ayrıca, petrol işini büyütmek için elektrikli tramvayları petrol türevleriyle çalışan otobüslerle değiştirdiler.
Rockefeller, 1902’de halkın eğitimini kontrol etmek amacıyla Genel Eğitim Kurulu’nun kurulmasını finanse etti. Amerikan eğitim sistemini kendi çıkarlarına uygun hale getirmek ve yeniden şekillendirmek petrolden edindiği finansal güçle kolektivizm görüşünü teşvik etmek için Amerikan tarihi eğitimini değiştirme planını hayata geçirdi. Tıp pratiğinin dönüşümüyle sonuçlanan bir program da bunu izledi.
Naturopatik bazlı bitkisel tıp o zamanların normuydu. Ama Rockefeller, tıp endüstrisini petrol türevi ilaçları kullanmaya doğru kaydırmaya başladı. Bu amaçla, Simon Flexner başkanlığında 1901 yılında Rockefeller Tıbbi Araştırma Enstitüsü kuruldu.
Simon’un kardeşi Abraham, Amerikan tıp eğitim sisteminin durumu hakkında bir rapor yazması için görevlendirildi ve 1910’da yayınlanan Flexner Raporu adlı çalışması, Rockefeller’ın Amerikan tıp sistemini tamamen ele geçirmesinin yolunu açtı.
Naturopatik ve homeopatik tıp -yani patentlenemeyen her deva- tıp eğitiminden çıkartıldı. Doğal ilaçlar ve bilinen tedaviler şarlatanlık olarak reddedildi. Artık “bilimsel” olarak kabul gören ilaçlar, sadece petrol kartelinin kendi araştırma merkezlerinde icat edilen patentli sentetik ilaçlardı.
Petrol karteli aynı zamanda,1913’te kurulan FED’in (Federal Rezervin) oluşturulmasıyla, ABD finansal sistemini ele geçirmenin ve kontrol etmenin de yolunu buldu.
Rockefeller’lar o tarihten itibaren bankacılık sektöründe dünya ölçeğinde güce ulaştı. 1950’lerde, John D.’nin erkek kardeşinin torunu James Stillman Rockefeller, National City Bank’ın başına geçerken, John D.’nin torunu David Rockefeller de Chase Manhattan Bank’ı aldı.
Ayrıca, hayırseverlik perdesi arkasına gizleyerek, küresel gıda arzı üzerindeki kontrollerini de pekiştirmeye çalıştılar. Rockefeller Vakfı, hem ABD’de hem de diğer ülkelerde, tarımı hızla dönüştüren petrol bazlı tarım kimyasallarının yaygınlaştırılmasına yol açan Yeşil Devrim’i finanse etti.
Başkan Johnson’ın “Barış için Gıda” programı aslında yardım alanlar tarafından petrole bağımlı teknolojilerin ve kimyasalların kullanılması zorunluluğunu getirdi ve bunu finanse edecek gücü olmayan ülkelere Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası aracılığıyla krediler açıldı. Rockefeller Vakfı ayrıca, patentlenebilir, genetiği değiştirilmiş tohumlar getiren “gen devrimini” de finanse etti.
Bugün, Rockefeller Vakfı, dünyadaki her insan üzerinde finansal, tıbbi, fiziksel ve psikolojik olarak tam kontrol sahibi olmayı amaçlayan The Great Reset senaryosunun ve uygulayıcılarının bir parçasıdır.
Diğer birçok doktor gibi benim de beynim tıp fakültesinde iyice yıkandı. Rockefeller’ın icat ettiği paradigma oltasına ben de takıldım ve yaklaşık beş yıl boyunca ilaç ve aşı reçetesi yazan bir “modern tıp” hekimi oldum.
Sonra uyandım. Bu “ilaçların” herhangi bir hastalığın temel nedenini ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapmadığını fark ettim ve o andan itibaren odak noktam olan beslenme ve temel sağlık uygulamaları hakkında kendimi eğitmeye başladım.”
Bu kısa tarihçe, kendi olumsuz ve ölümcül deneyimlerimizle de birleşince, bugünkü sağlık sisteminin, uygulanan tedavilerin ve bu sistemde eğitim görmüş hekimlerin hemen hepsinin, aslında kime nasıl hizmet ettiğini sorgulamak için bence yeterli bir neden.
Yanı sıra, bu günkü Şer Cemaatinin bir avuç atasının, sarraflıktan bankerliğe geçişiyle başlayan ve sonra da güçlü ülkelerde kurdukları Merkez Bankaları ile ele geçirdikleri para basma imtiyazını dibine kadar kullanarak bugünkü küresel güce ulaşmalarının tarihçesini en iyi anlatan belgesel Paranın Efendileri‘nin orijinalini ve bölümler halindeki Türkçe altyazılı versiyonunu siteye ekledim.
Kendi yarattıkları ve dilediklerinde basıp dilediklerinde kıstıkları “kaydi” parayı kullanarak ele geçirdikleri ve kartelleştirdikleri küresel petrol, silah, ilaç, kimya ve gıda sektörlerinin her birinin hikayesi ibretle öğrenilesi gerçekler.
“Şer Cemaati”nin en önemli silahları olan teknoloji ve medya kartellerinin her yerde pompaladığı güya “bilimsel” bilgilere, güya “gerçek” hikayelere inananlar için, salgınlardan savaşlara dünyada yaşanan felaketlerin ardındaki çıkar hesaplarını ve ulaşmak istedikleri “insanlığın mutlak kontrolü” hedeflerini anlamak mümkün değil.
§§§
Parayı İzle…
Çünkü insanlık tarihinde, icat edildiği günden beri, para sahibine güç veriyor. Ve insanlar arasındaki büyük-küçük neredeyse tüm mücadelelerin arkasında gurur değilse para var.
Mal takasının güçlüklerini aşmak için icat edilen paranın, tarihte kimlerin gücü ve hakimiyeti altında, neden ve nasıl form değişiklikleri yaşadığını, kaydi para ile gerçek para arasındaki ayırımı bilmeden, paranın belki de en büyük değişimi öncesi bugün yaşanmakta ve yaşanacak olanları anlamak mümkün değil.
Üstelik, mesele kendi başına parayı anlamakta değil. İnsanlığın başına gelmiş ve gelmekte olan hemen her türlü belanın, felaketin doğru anlaşılmasının da tek yolu, parayı izlemekten geçiyor.
Savaşların, ekolojik felaketlerin, insan sağlığındaki korkunç bozulmanın, kıtlıkların, yoklukların, salgınların, açlık ve sefaletin, göçlerin, eşitsizliklerin, baskı ve zulümlerin arkasındaki nedenleri doğru anlamak için paranın kimlerin hakimiyetinde ve nasıl kullanılmakta olduğunu anlamak gerekiyor.
Bu az sayıdaki egemenin ve besleyip semirttikleri, ortada boy gösteren kahyalarının kurguladığı ve oynadığı haksız oyundan kurtulmak da ancak, neredeyse tümüyle egemen güçlerin elindeki medya kanallarının sansür ve dezenformasyonlarıyla, komplo teorisi karalamalarıyla bulandırılmamış gerçeklerin, gelir piramidinin alt kesimlerindeki çoğunluklar tarafından öğrenilip anlaşılmasıyla mümkün olabilecek.
Ya da… bu becerilemezse… insanlık, çok da uzak olmayan bir tarihte, teknokrasiler aracılığıyla yeni ve bu defa mutlak bir kölelik düzenine doğru dönüşecek.
Görebilenler için, aslında bu dönüşüm başladı bile…
§§§