İkna olursanız duyurun, olmazsanız kendiniz araştırın… Ama bunları mutlaka bilin…
https://www.bitchute.com/embed/asaiyXHQFvrp/
LÜTFEN İZLEYİN
Bu videoda, küçük bir seçkinler zümresi tarafından (ben onlara Şer Cemaati diyorum) güncel olanaklarla insanlığın yeniden ve başka bir biçimde köleleştirilmesi, işlerine yaramayacak nüfusun giderek ortadan kaldırılması için göstere göstere uygulamaya konulan yeni dünya düzeni planının (salgınla korkutma – herkesi izlemeye alma – yasaklarla orta sınıfı yok etme ve herkesi mülksüzleştirme – aşı diye herkese zararlı ve genetik etkili sıvılar dayatma – dijital paraya geçiş gibi…) anlaşılmasına yarayacak, dünyanın gerçekte kimler tarafından yönetildiği anlatılıyor.
İzlediğinizde, anlatılanların doğruluğuna kanaat getirirseniz lütfen ulaşabildiğiniz herkesle paylaşın ve bu bilgilerin yayılması için elinizden geleni yapın. Çünkü bunları ana akım medyadan öğrenmemize izin verilmiyor, bu bilgiler sansürleniyor.
Doğruluğundan emin olamıyorsanız da bir zahmet kendiniz araştırın.
Ben araştırdım, doğruluğundan şüphem kalmadığı için de paylaşıyorum.
NOT : Daha önce de bunları anlatan başka bir paylaşım yapmıştım. Ama bu daha anlaşılır ve orijinal kaynak olduğu için bunu da yüklüyorum. Videolara altyazı koymayı becerdiğimde Türkçe metni videoya altyazı olarak yerleştireceğim. Şimdilik elimden bu kadarı geliyor.
VİDEONUN ALT YAZISI yerine… (henüz videolara altyazı yerleştirmeyi beceremediğim için)
Geçtiğimiz yılın korona önlemleri nedeniyle milyonlarca insanın yoksulluğa düştüğünü izlerken, tarihteki en büyük ekonomik kriz sizi henüz etkilememiş olsa bile, dalgalanan etkilerin sizi de vurması an meselesi olacaktır.
Bu korku tellallığı değil ama acı bir gerçek. Ama, durumumuz hakkında doğru bilgilendirilmemiz koşuluyla hasarı hafifletebileceğimizi ve hatta daha iyisini yapabileceğimizi düşünüyorum. Bu yüzden size mevcut düzeni kavramanızı sağlayacak birkaç gerçeği göstermek istiyorum.
Bir avuç büyük şirketten daha azı hayatımızın her alanına hükmediyor. Bu abartılı görünebilir, ancak yediğimiz kahvaltıdan uyuduğumuz yatağa ve gün boyu giydiğimiz ve tükettiğimiz her şey büyük ölçüde bu şirketlere bağlı.
Bunlar dünyadaki para akışının seyrini belirleyen büyük yatırım şirketleridir. Onlar tanık olduğumuz oyunun ana karakterleri. Zamanınızın değerli olduğunu biliyorum, bu yüzden en önemli verileri özetliyorum.
Nasıl çalışır?
GIDA ENDÜSTRİSİ…
Örnek olarak Pepsico’yu ele alalım. Birçok gazlı içecek şirketinin ve atıştırmalık şirketinin ana şirketidir. Görünüşte rekabet eden markalar, aslında tüm endüstriyi tekelleştiren birkaç şirketin ürünleridir. Paketlenmiş gıda sektöründe Unilever, Coca-Cola, Mondelez ve Nestlé gibi birkaç büyük şirket var.
Videoda, gıda endüstrisindeki çoğu markanın bu şirketlerden birine ait olduğunu görüyorsunuz. Bu büyük şirketler borsaya açıktır ve yönetim kurullarında büyük hissedarlar bulunur.
Yahoo Finance gibi kaynaklardan, en büyük hissedarların gerçekte kim olduğu gibi ayrıntılı şirket bilgilerini görebiliriz. Örnek olarak Pepsico’yu tekrar ele alalım. Hisse senetlerinin yaklaşık %72’sinin en az 3.155 kurumsal yatırımcıya ait olduğunu görüyoruz. Bunlar yatırım şirketleri, yatırım fonları, sigorta şirketleri, bankalar ve bazı durumlarda hükümetlerdir.
Pepsico’nun en büyük kurumsal yatırımcıları kimlerdir? Gördüğünüz gibi, yatırımcıların sadece 10’u hisse senedinin yaklaşık üçte birine sahip. Yatırımcıların ilk 10’u toplamda 59 milyar dolarlık bir değere sahip, ancak bu on yatırımcıdan sadece üçü diğer yedisinden daha fazla hisseye sahip. Bunu aklımızda tutalım ve Pepsi’nin en büyük rakibi olan Coca-Cola’nın en büyük hissedarlarının kimler olduğuna bakalım.
En büyük hisse senetleri yine kurumsal yatırımcılara ait. İlk 10’a bakalım ve en alttaki altısından başlayalım. Bu kurumsal yatırımcılardan dördünü de Pepsico’nun en alt altısında gördük. Bunlar Northern Trust, JPMorgan-Chase, Geode Capital Management ve Wellington Management. Şimdi, en büyük dört hisse senedi sahibine bakalım. Bunlar da BlackRock, Vanguard ve State Street. Bunlar dünyanın en büyük yatırım firmaları, bu yüzden Pepsi ve Coca-Cola gerçekte rakip değiller.
Unilever, Mondelez ve Nestlé gibi sayısız markaya sahip diğer büyük şirketlerin hisseleri de aynı sınırlı yatırımcı grubunundur. Ancak bunlara sadece gıda endüstrisinde rastlamıyoruz.
En büyük teknoloji şirketlerinin durumuna yine Wikipedia’dan bakalım.
BÜYÜK TEKNOLOJİ…
Facebook, Whatsapp ve Instagram’ın sahibidir. Twitter ile birlikte en popüler sosyal medya platformlarını oluşturuyorlar. Alphabet, YouTube ve Gmail gibi tüm Google şirketlerinin ana şirketidir, ancak aynı zamanda neredeyse tüm akıllı telefonlar ve tabletler için iki işletim sisteminden biri olan Android’in de en büyük yatırımcısıdır. Diğer yaygın işletim sistemi Apple’ın IOS’udur. Microsoft’u da eklersek, dünyadaki neredeyse tüm bilgisayarlar, tabletler ve akıllı telefonlar için yazılım üreten dört şirket görüyoruz.
Bakalım bu şirketlerin en büyük hissedarları kimler. Facebook’u ele alalım: Hisse senetlerinin %80’inin kurumsal yatırımcılara ait olduğunu görüyoruz. Bunlar gıda endüstrisinde ortaya çıkan isimlerle aynı; aynı yatırımcılar ilk üçte. Sonraki, Twitter. Facebook ve Instagram ile ilk üçü oluşturuyor. Şaşırtıcı bir şekilde, bu şirket de aynı yatırımcıların elinde. Onları Apple ve hatta en büyük rakipleri Microsoft’da da yine aynı şekilde görüyoruz.
Ayrıca, bilgisayarlarımızı, TV’lerimizi, telefonlarımızı ve ev aletlerimizi geliştiren ve üreten teknoloji endüstrisindeki diğer büyük şirketlere bakarsak, hisse senetlerinin çoğunluğuna sahip olan hep aynı büyük yatırımcıları görüyoruz.
Bu durum, tüm endüstrilerde böyle. Abartmıyorum.
TURİZM ENDÜSTRİSİ ve ENERJİ ve MADENCİLİK…
Son bir örnek olarak, bir bilgisayardan veya akıllı telefondan bir tatil rezervasyonu yapalım. Skyscanner veya Expedia’da güneşli bir ülkeye uçuş arıyoruz. Her ikisi de aynı tepedeki yatırımcı grubundan. Birçok havayolundan biriyle uçuyoruz. Bunların çoğu, Air France, KLM’de olduğu gibi, aynı yatırımcıların ve hükümetlerin elinde. Bindiğimiz uçak, çoğu durumda, aynı isimlere sahip olan bir Boeing veya Airbus’tır. Booking.com veya AirBnb üzerinden rezervasyon yapıyoruz ve vardığımızda akşam yemeği için dışarı çıkıyoruz ve Tripadvisor’a bir yorum yapıyoruz.
Aynı büyük yatırımcılar gezimizin her alanında ortaya çıkıyor ve bindiğimiz araçların yakıtları da onların petrol şirketlerinden veya rafinerilerinden geldiği için daha da güçlüler. Uçağın yapıldığı çelik onların madencilik şirketlerinden geliyor. Bu tepedeki yatırım firmaları, fonları ve bankalar grubu, aynı zamanda madenleri çıkartan ve hammaddeleri üreten sektörlerde de en büyük yatırımcılar.
Wikipedia, en büyük madencilik şirketlerinin, her yerde gördüğümüz aynı büyük yatırımcılara ait olduğunu gösteriyor. Bunlar ayrıca, tüm gıda endüstrisinin bağlı olduğu büyük tarım işletmelerinin, dünyanın en büyük tohum üreticisi Monsanto’nun ana şirketi Bayer’in de sahibidirler. Aynı zamanda büyük tekstil şirketlerinin de en büyük hissedarlarıdırlar. Pamuklu giysiler satan birçok popüler moda markası bile bu yatırımcılara aittir.
Dünyanın en büyük güneş paneli şirketlerine veya petrol rafinerilerine baktığımızda da hisseler yine aynı şirketlerin elinde.
Tüm popüler tütün markalarını üreten tütün şirketlerine de sahipler. Ancak aynı zamanda tüm büyük ilaç şirketlerine ve ilaç üreten bilimsel kurumlarının da sahibi onlar.
Metallerimizi üreten şirketlere ve ayrıca metallerin ve hammaddelerin büyük bir kısmının kullanıldığı tüm araba, uçak ve silah endüstrisi de onların.
Elektronik ürünlerimizi üreten şirketlere, büyük depolara ve çevrimiçi pazarlara ve hatta ürünlerini satın almak için kullandığımız ödeme araçlarına da baktığımızda, durum aynı.
Bu videoyu mümkün olduğunca kısa yapmak için size sadece buzdağının görünen kısmını gösterdim. Bunları az önce size gösterdiğim kaynaklardan araştırmaya karar verirseniz, en popüler sigorta şirketlerinin, bankaların, inşaat şirketlerinin, telefon şirketlerinin, restoran zincirlerinin ve kozmetiklerin de az önce adını verdiğim kurumsal yatırımcılara ait olduğunu göreceksiniz.
BLACKROCK ve VANGUARD …
Bu iki yatırım şirketinin portföyleri ağırlıklı olarak yatırım firmaları, bankalar ve sigorta şirketlerinden oluşuyor. Buna karşılık, kendi hisseleri de başka hissedarlara ait ve şaşırtıcı olan da, birbirlerinin hisse senetlerine sahip olmaları.
Birlikte, piramit benzeri muazzam bir ağ oluşturuyorlar. Küçük yatırımcıların hisseleri daha büyük yatırımcılara, bunların hisseleri de daha büyük yatırımcılara ait. Bu piramidin görünür tepesi, şimdiye kadar isimlerini sıkça gördüğümüz sadece iki şirketi göstermekte: Vanguard ve BlackRock. Bu iki şirketin gücü, hayal gücünüzün ötesindedir. Neredeyse tüm büyük şirketlerin hisse senetlerinin büyük bir kısmına değil, aynı zamanda bu şirketlerin hissedarı olan yatırımcı şirketlerin de hisse senetlerine sahipler. Bu yapı da onlara tam bir tekel gücü sağlıyor.
Bir Bloomberg raporu, 2028 yılında bu iki şirketin birlikte 20 trilyon dolar tutarında yatırıma sahip olacağını belirtiyor. Bu, neredeyse her şeye sahip olacakları anlamına gelir.
Bloomberg, BlackRock’u “Hükümetin dördüncü kolu” olarak adlandırıyor, çünkü BlackRock merkez bankalarıyla bu kadar yakın çalışan tek özel yatırım şirketi. BlackRock FED’e (ABD merkez bankasına) borç para veriyor ve aynı zamanda onun danışmanlığını yapıyor. FED’in kullandığı yazılımın da geliştiricisi yine BlackRock. Geçmişte de, birçok BlackRock çalışanı Bush ve Obama ile birlikte Beyaz Saray’da görev yapıyordu. CEO Larry Fink, liderlerin ve politikacıların hep en yakınındaydı. Onun dünyayı yöneten şirketin başındaki adam olduğunu biliyorsanız bu durumu da garip bulmazsınız. Ama gerçekte ipler Larry Fink’in de elinde değil.
BlackRock’ın kendisi de başka hissedarlara ait. Bu hissedarlar kimler? Araştırınca garip bir sonuca ulaşıyoruz. BlackRock’ın en büyük hissedarı Vanguard. Ama yapı orada bulanıklaşıyor. Vanguard özel bir şirket ve bu nedenle de hissedarların kimler olduğunu göremiyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, Vanguard’ın hissedarı olan seçkinler görünür olmaktan hoşlanmıyorlar. Ama bunu bulmaya istekli araştırmacılardan da saklanamıyorlar.
Oxfam ve Bloomberg’den gelen raporlar, dünyanın %1’inin %99’undan daha fazla paraya sahip olduğunu söylüyor. Daha da beteri, Oxfam, 2017’de kazanılan tüm paraların %82’sinin bu %1’e gittiğini söylüyor.
Başka bir deyişle, bu iki yatırım şirketi, Vanguard ve BlackRock, dünyadaki tüm endüstrilerde tekel konumundalar ve bazıları kraliyet ailesi olan ve Sanayi Devrimi’nden önce de çok zengin olan dünyanın en zengin ailelerine aitler. Neden herkes bunu bilmiyor? Neden bununla ilgili filmler ve belgeseller yok? Neden haberlerde yok? Çünkü uluslararası medyanın %90’ı, bunları sahip olduğu dokuz medya holdingine ait.
En ünlü iş dünyası dergisi Forbes, Mart 2020’de dünyada 2.095 milyarder olduğunu söylüyor. Bu, Vanguard’ın dünyanın en zengin ailelerine ait olduğu anlamına gelir. Bu ailelerin geçmişlerini araştırırsak, onların her zaman dünyanın en zenginleri olduklarını görürüz. Bazılarının tarihi, Sanayi Devrimi’nin de öncesine uzanıyor.
Şimdilik, sadece şunu söylemek istiyorum ki, bir kısmının kraliyet bağları da olan bu aileler, bankacılık sisteminin ve dünyadaki hemen hemen tüm büyük endüstrilerin kurucularıdır. Bu aileler hiçbir zaman güç kaybetmediler, ancak zaman içinde, sahip oldukları özel fonları ve kar amacı gütmeyen kuruluşları aracılığıyla Vanguard gibi firmaların arkasına saklanmayı seçtiler.
STK’lar, VAKIFLAR ve BÜYÜK İLAÇ ŞİRKETLERİNDEKİ HİSSELERİ…
Resmi daha anlaşılır hale getirmek için, kar amacı gütmeyen kuruluşların gerçekte nasıl yapılandırıldığını kısaca açıklamak zorundayım. Şirketler, siyaset ve medya arasındaki bağlantılar bunlara sağlanıyor gibi görünüyor. Bu da çıkar çatışmalarını biraz gizliyor. “Vakıflar” olarak da adlandırılan kar amacı gütmeyen kuruluşlar, bağışçılarının kim olduğunu açıklamak zorunda olmadıkları bağışlara bağımlıdırlar. Sahip oldukları fonları uygun gördükleri yerlere ve uygun gördükleri şekilde yatırabilirler ve elde edilen karlar dağıtılmayıp yeni projelere tekrar yatırıldığı sürece vergi ödemezler. Avustralya hükümetine göre, kar amacı gütmeyen kuruluşlar, bu şekilde yüz milyarlarca doları kendi aralarında tutup çeviriyor. Bu kuruluşlar, teröristleri finanse etmenin ve büyük kara para aklamanın da ideal bir yoludur.
Bu sistemde, en zengin ailelerin vakıfları ve fonları mümkün olduğunca arka planda kalıyor. Fazla dikkat çekici konularda, kendi düzenlerindeki hiyerarşik seviyesi daha düşük ama yine çok zengin olanların hayır amaçlı olarak gösterilen vakıfları kullanılıyor.
Kısa tutmak istiyorum, bu yüzden size dünyadaki tüm endüstrileri birbirine bağlayan en önemli üç tanesini göstereceğim. Bunlar Bill-Melinda Gates Vakfı, tartışmalı büyük milyarder Soros’un Açık Toplum Vakfı ve Clinton Vakfı.
Size güçlerini göstermek için çok kısa bir giriş yapacağım.
Dünya Ekonomik Forumu’nun web sitesine göre, Gates Vakfı DSÖ’nün en büyük sponsorudur. Bu durum, Donald Trump’ın 2020’de DSÖ’ye ABD mali desteğini kesmesinin ardından oluştu. Bu yüzden Gates Vakfı, sağlığımızı ilgilendiren her şeyde en etkili organlardan biridir. Gates Vakfı, aralarında Pfizer, Astra Zeneca, Johnson&Johnson, Biontech ve Bayer’in de bulunduğu en büyük ilaç şirketleriyle yakın işbirliği içinde çalışmaktadır.
Ve bunların en büyük hissedarlarının kimler olduğunu gördük.
Bill Gates, mucizevi bir şekilde zengin olan fakir bir bilgisayar uzmanı değildir. Dünya seçkinleri için çalışan bir “hayırseverler” ailesinden geliyor. Onun diye bilinen Microsoft’un hisseleri, Vanguard, BlackRock ve Berkshire Hathaway’e aittir. Ancak Berkshire Hathaway’in de BlackRock ve Vanguard’dan sonra en büyük hissedarı yine Gates Vakfıdır. Hatta Bill Gates orada da yönetim kurulu üyesidir.
Gates’in, Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın ve Clinton Vakfı’nın dahil olduğu her şeyi anlatabilmek için saatlere ihtiyacımız var. Mevcut durumu doğru anlatabilmek için onları da tanıtmak zorunda kaldım.
ANA AKIM MEDYA…
Bir sonraki konuya bir soruyla başlamamız gerekiyor. Benim gibi hayatında hiç video çekmemiş birisi, eski bir dizüstü bilgisayarla, dünyadaki tüm endüstrilerde sadece iki şirketin tekelci bir kontrol sahibi olduğunu tarafsız olarak gösterebilirken, bunlar medyada neden hiç konuşulmuyor?
Her türlü belgesel ve TV programı arasında her gün gezinebiliyoruz, ancak hiçbiri bu konulardan bahsetmiyor. Bu durum yeterince ilginç değil mi yoksa bu oyunda bilmediğimiz başka şeyler mi var?
Wikipedia, bize cevabı veriyor. Uluslararası medyanın yaklaşık %90’ının dokuz medya holdingine ait olduğunu söylüyor.
Netflix’i, Amazon Prime’ı ya da Time-Warner, Walt Disney Company, Comcast, Fox Corporation, Bertelsmann-Viacom, CBS gibi birçok alt şirkete sahip olan muazzam medya gruplarına baktığımızda, bunların hisselerinin de aynı isimlere ait olduğunu görüyoruz.
Bu şirketler sadece tüm programları, filmleri ve belgeselleri yapmakla kalmaz, aynı zamanda bunların yayınlandığı kanallara da sahiptirler. Yani, sadece büyük sanayi kuruluşları değil, aynı zamanda “bilgi” de bu “seçkinlere” aittir.
Size bunun Hollanda’da nasıl çalıştığını kısaca göstereceğim. Tüm Hollanda ana akım medyası üç şirkete aittir. Bunlardan ilki, aşağıdaki markaların ana şirketi olan De PersGroep [DPG Media]. Birçok gazete ve derginin yanı sıra, bazı büyük ticari Hollanda kanallarının ana şirketi olan Sanoma’ya da sahipler. VTM gibi yurtdışından birçok medya kuruluşu da De PersGroep’e aittir.
İkincisi, Avrupa’nın en büyük medya gruplarından biri olan Mediahuis. Hollanda’da, Mediahuis aşağıdaki markalara sahiptir. 2017 yılına kadar, Sky Radio ve Radio Veronica, Radio 538 ve Radio 10 da Mediahuis’e aitti.
Bir de en büyük 9 medya firmasından biri olan Bertelsmann var. Bu şirket, 11 ülkede 45 televizyon istasyonu ve 32 radyo istasyonuna sahip olan RTL’ye sahiptir. Ancak Bertelsmann aynı zamanda dünyanın en büyük kitap yayıncısı Penguin Random House’un da büyük hissedarlarındandır.
Bu şirketlerin hisse senetleri üç ailenin özel fonlarına aittir. Bunlar Belçikalı Van Thillo ailesi, Belçikalı Leysen ailesi ve Alman Bertelsmann-Mohn ailesidir. Her üç aile de savaşta Nazilerin yanında yer almışlardı.
Wikipedia’ya göre, bir Leysen gazetesi olan Telegraaf, savaştan sonra Hollanda’da bu nedenle geçici olarak yasaklanmıştı.
SAHTE HABERLER…
Bu resmin bütününü görebilmek için, haberlerin nereden geldiğine de bakın. Bu medya kuruluşlarının haber merkezlerinin hiçbirisi günlük haberleri kendileri üretmez. ANP ve Reuters basın ajanslarından gelen bilgi ve görüntüleri kullanırlar. Bu ajanslar da bağımsız değildir. ANP, John de Mol Talpa’ya aittir. Thomson-Reuters de Kanadalı güçlü Thomson ailesinindir.
Bu ajanslar için çalışan en önemli gazeteciler ve editörler, Avrupa Gazetecilik Merkezi gibi bir gazetecilik ajansının üyeleridir. Bu ajans, medya ile ilgili projelerin Avrupa’daki en büyük sponsorlarından birisidir. Gazetecileri eğitiyor, çalışma kitapları yayınlıyor, eğitim alanları ve basın ajansları sağlıyor ve büyük şirketler, Google ve Facebook ile yakın işbirliği içinde çalışıyor.
Gazetecilik analizi ve görüşleri için büyük medya, bu alandaki en güçlü organizasyon olan Project Syndicate’i kullanıyor. Haber spikerlerinin önlerine teleprompterdan otomatik olarak düşen haber metinlerinin çoğu, bu kuruluşlardan biri tarafından kaleme alınmıştır ve dünya çapındaki bu medya ağı üzerinden önlerine getirilir. Dünya medyasının haberlerinde gördüğümüz eşzamanlılığın nedeni budur.
Avrupa Gazetecilik Merkezi’nin kendisi de, yine Gates Vakfı, Açık Toplum Vakfı, Facebook, Google, Eğitim ve Bilim Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı tarafından da yoğun bir şekilde desteklenmektedir.
Haberlerimizi üreten organizasyona ve basın ajanslarına kim finansal destek sağlıyor (sponsor oluyor) diye baktığımızda Project Syndicate ile Bill-Melinda Gates Vakfı, Açık Toplum Vakfı ve Avrupa Gazetecilik Merkezi’ni görüyoruz. Haberleri getiren kuruluşların finansmanı, kar amacı gütmeyen kuruluşlar tarafından, aynı zamanda tüm medyanın sahibi olan aynı seçkinler tarafından sağlanıyor. Ancak aynı zamanda vergi mükelleflerinin parasının bir kısmı da onlara ödeme yapmak için kullanılıyor.
Belçika’da düzenli olarak bu konuda protestolar düzenleniyor, çünkü Mediahuis ve De Persgroep hükümetten milyonlarca avro alırken, aslında şirketlerinin birçoğu yurtdışında faaliyet gösteriyor…
İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ TEHLİKE…
Bunların bilinmesi gerekiyor ve ben de elimden geldiğince kısa tutmaya çalıştım. Sadece net bir genel bakış oluşturmak için gerekli olduğunu düşündüğüm örnekleri kullandım. Bunlar, geçmişi ve mevcut durumumuzu daha iyi anlamaya yardımcı olur diye umuyorum.
Geçmişe bakmak için yeterli zamanımız olacak, ama şimdi bugün hakkında konuşalım. Amacım şu anda içinde bulunduğumuz tehlike konusunda sizi bilgilendirmek…
“Seçkinler”, hem hayatımızın her yönünü, hem de duyduğumuz bilgileri kontrol ediyor. Dünyadaki tüm sanayileri çıkarlarına hizmet etmek üzere birbirine bağlamak için bir koordinasyona, işbirliğine ihtiyaçları var. Bu da, diğerlerinin yanı sıra çok önemli bir organizasyon olan WEF-Dünya Ekonomik Forumu aracılığıyla yapılıyor.
Büyük şirketlerin CEO’ları, her yıl Davos’ta ulusal liderler, politikacılar, UNICEF ve Greenpeace gibi diğer etkili gruplarla bir araya geliyorlar. WEF’in denetim kurulunda eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, bakanımız Sigrid Kaag, Hollanda Kraliyet Devlet Madenleri Başkanı ve Hollanda Bankası Komiseri Feike Sijbesma, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde da bulunuyor.
Wikipedia, üyeler için yıllık ücretin 35.000 avro olduğunu söylüyor. Ama WEF sitesinde “bütçemizin yarısından fazlası, aksi takdirde üyeliği karşılayamayan politikacıların maliyetini ödeyen ortaklardan geliyor” diye belirtiliyor.
Eleştirmenlere göre WEF, zengin işletmelerin diğer işletmelerle veya politikacılarla iş ilişkisi kurmaları içindir. Çoğu üye için WEF, dünyanın sorunlarını çözmek için bir araç olmak yerine kişisel kazanç amaçlı ilişkiler kurma yeridir. İyi de… büyük sanayiciler, bankacılar ve politikacılar 1971’den beri dünyanın sorunlarını çözmek için toplanıyor olsalardı dünyada bu kadar çok sorun olur muydu?
Çevreciler ve çevreyi en çok kirleten şirketlerin CEO’ları arasındaki 50 yıllık toplantılardan sonra, doğanın giderek daha kötü hale gelmesi mantıksız değil mi? Bu eleştirilerin haklılığı, WEF’in bütçesinin yarısından fazlasını oluşturan ana ortaklara baktığımızda açıkça görülüyor. Bunlar BlackRock, Açık Toplum Vakfı, Bill-Melinda Gates Vakfı ile Vanguard ve BlackRock’un hisse senetlerine sahip olduğu birçok büyük şirket.
George Carlin’in dediği gibi, “Bu üyeliği sınırlı bir kulüp ve sen onun içinde değilsin.”
WEF’in başkanı ve kurucusu, İsviçreli profesör ve işadamı Klaus Schwab’dır. The Great Reset adlı kitabında, örgütünün planlarını anlatıyor. Koronavirüs, ona göre toplumlarımızı yeniden ve baştan oluşturmak için büyük bir “fırsat”. Buna “Daha İyisini İnşa Edelim – Build Back Better” diyor. Slogan şimdi dünyadaki tüm küreselci politikacıların dudaklarında.
“Eski toplumumuz yeni bir topluma dönüşmeli…” diyor Schwab. “Halk, birincil ihtiyaçlarının karşılanması için sadece devlet için çalışmalıdır… seçkinlerin bize dayattığı tüketim toplumunun artık sürdürülebilir değildir…” diyor. Schwab kitabında asla eski normale dönmeyeceğimizi söylüyor. WEF, hazırladığı videoda, 2030 yılına kadar hiçbir şeye sahip olmayacağımız ancak mutlu olacağımız bir dünyanın kurulacağını anlatıyor.
BÜYÜK SIFIRLAMA = YENİ DÜNYA DÜZENİ…
Muhtemelen Büyük Sıfırlama’yı (Great Reset) duymuşsunuzdur. Medya bunun bir komplo teorisi olduğuna inanmamızı istiyor, ancak bu proje, liderler tarafından on yıllardır konuşuluyor. Sadece baba George Bush, Bill Clinton ve Nelson Mandela değil, aynı zamanda Cecil Rhodes, David Rockefeller, Henry Kissinger ve hatta George Soros gibi dünyaca ünlü “hayırseverlerin” hepsi bu yeni düzeni savunuyorlar.
BM, 2015 yılında, tartışmalı Gündem 2030’u sundu. Bu gündem, Klaus Schwab’ın Büyük Sıfırlaması ile neredeyse aynıdır. BM, Schwab’ın da istediği gibi, 2030’da yoksulluk, açlık, kirlilik ve hastalığın artık Dünya’yı rahatsız etmeyecek seviyeye indirilmesini istiyor.
Kulağa hoş geliyor ama, alttaki küçük yazıları okuyana kadar bekleyin. Plan, Gündem 2030’un bedelinin biz sıradan vatandaşlar tarafından ödenmesi üzerine kurulu. Tıpkı şimdi bizden sağlıkla ilgili bireysel haklarımızın kontrolunu kendilerine terk etmemizi istedikleri gibi, yoksullukla mücadele için de sahip olduğumuz her şeyi kendilerine terk etmemizi isteyecekler.
Bunlar komplo teorileri değil. Resmi web sitelerinde yazılı. Mesele şuna geliyor: BM, yepyeni bir toplum yaratmak için, Batılı ülkelerden gelen vergilerin seçkinlerin mega şirketlerine paylaştırılmasını istiyor.
Yeni bir altyapı gerekiyor, çünkü fosil yakıtlar 2030’a kadar bitiyor.
BM bu proje için bir dünya hükümetine, yani BM’nin kendisine ihtiyacımız olduğunu söylüyor.
BM, Gündem 2030’un uygulanmasını hızlandırmak için pandeminin “Allahın bir lütfu” olduğu konusunda Schwab ile hemfikir.
WEF ve BM’nin pandemilerin ve diğer felaketlerin toplumu yeniden şekillendirmek için kullanılabileceğini açıkça kabul etmesi endişe verici. Bu konuyu hafife almamalı ve her yönüyle sorgulamalıyız.
__________________________________________________________________